Evrenin Türküsü Bestelendi
Dipsiz Kuyu
Yayınlanma Tarihi : 2 Nisan 2022
Günün sonlarına sıkışmış birkaç saat, o da haftanın ortasında kalan perşembedeydi. Aradığı ceplerinde yoktu. Hele sıkışmış zamanın içinde hiç bulamıyordu. Her nefeste biten zaman, kendini gelecek tarihler için tohumluyordu. Ve adımları kendi içinde kendine giderken sıklaşıyordu. Kolay değildi, Bozkır’da yaşayıp Bozkır’ın Mehmet’i olmak. Tarihler değişse de bozkırın yazgısı değişmezdi. Bozkır kültürünün verdiği acıya katlanmalıydı; biliyordu. Varacağı noktanın zamanı yok, yalnızca huzurun türküsü vardı. O türkü dünyayı sormalı, ninni olup dökülmeliydi her annenin dilinden bebeğinin kulağına huzurla büyürken yüreği, kafası zengin, bakışları sıcacık olmalıydı, geleceğin sahiplerinin. Bebeğini ninniyle büyüten her anne bilmeli evrenin türküsünün bestesini yaptığını. Ve bilmeli her bir anne evrenin sanatçısı olduğunu. Yoksa açtığın her yürekte bir ev, modeli belli olmayan bir araba bulursun şimdilerde olduğu gibi.
Yalnız değildi Bozkırlı, yürünen yolların Kurmayı da vardı. Ve onlar yaşadıkları kırk altı yıldan sonrası saate, güne, aya artı birler deyip hakkını vereceklerdi. Onlar öyle düşünüyordu. Oysa çok şeyi istemeden yaşamışlardı. Hoş, kim istediklerinin çoğunu yaşamıştı? Kurmay’la Bozkırlı, sistemleri sorguladılar uzun uzun. Anlam veremediler yaşananlara, geçen zamanda. Bilinçaltları yabancı tanımladı organlarım. Ve bağışıklık sistemleri savaş açtı, bedenin yabancılaşanlarına. Biri gözlerinden diğeri kafasından saldırıya uğradı. Bu olanları yalnızca onlar biliyor, yaşıyordu. Artık onlar bedeni gideceği yere götüren ayrılmaz iki ayaklı.
Geçtikleri yollarda ayaklarına takılanla sıraladılar bir bir. Çakır dikenin verdiği acı, taşı toprağı aratıyordu. Kavrulup ateş çemberinden geçmekse hiç kolay olmadı. Yılmadan, korkusuzca geçmişi deştiler. Gördükleri göz kamaştırıyordu. Sermayenin senaryosu perde perde yazıldı. Güçlendi dalga dalga üstlerine geldi başlayan oyunla. Seyirci, seyirci olduğunu unuttu. Oyunun karşısında duran, Devrimcinin ahlakı, ahlakın Devrimcisi kelimeleri sözlüklere ayrı yazıldı. Kelimeleri birlikte okuyanlar F tipi localarda yerini aldı. Kelimelerin anlamını bilip görmezden gelenlerin yeri, holdinglerde, kontenjandan ayrılmış, hazırdı zaten.
Her yerde çalıp söylenen yaz türküsüydü sanki, erken gelen kışta unutulan. Sokaklar değişmiş firma markaları cinsiyet ayırmadan yürüyen reklam uygulamasına geçmişti çoktan. Yüksek okullar eğitim sisteminde aradığı çizgiyi yakalamıştı. Düşünmeyen tek tip mezunlarını veriyordu yıl sonu törenleriyle. Rejimler, unutulmasın diye Marşlarını albeni bestelerinde seslendirir olmuştu. Tıbbi, asfalttan ayrılmayan dört çeker jeeplerinin taksitleri ödendikçe gelişeceğini sananlar vardı. Seyirci önünde ince ince kemirdi, erozyon hastalığı toprak bırakmadı Bozkır’da. Aç verirdi yüreğe yabancı bayraklı gemilerin iç denizlere attığı demirler. Şimdi yabancı liman doldu.
Bazı aydın geçinenler, tahrik olup iktidarsızlıklarını gidermek için Fen’den Edebiyat’a önüne gelene fanteziler sıralıyordu.
Mabetlerde ilahi dinin devam ettiricileri, kürsüden konuşan elçileri gibi konuşamadı. Ben yaptım oldu dediler. Zaman öyle geçti. Oysa ilahi dinlerin elçileri, zamanın hatasız ilk Devrimcileriydi.
Kurmay, “Elinden geleni yapmayan utansın. Hocam sınır taşları zorlanıyor.” diye uyarıda bulundu. Bozkırlıysa “Bunda ne var? Baktığımız öküzün sırtındaki görünen alası değil, insanın içindeki görünmez alası. İnsan farkında değil kazandıkça bir şeylerini yitirdiğinin. Eğer yitirmek sahip olduğundan uzak kalmaksa, karnı doyan insan açlığını yitirmiştir. Çünkü açlık insana ait bir şeydir. Yitirmek istemiyorsa kazandığının hakkını vermeli.” Kurmay, “Yitireceğimiz hiçbir şey yok o zaman.” yorumunu yaptı. Bozkırlı, “Her şey zihnimizde. Zihin hayalle gerçeği ayıramaz. Gelecek, hayallerimizin izinde yol alır aslında.”